annem sofra hazır dediğinde ben
Şöyleaçıklayabilirim belki; geçen kontrolde (9. hafta) doktorum büyük ihtimalle erkek dediğinde biraz bozulmuştum. Bu gittiğimde ise cinsiyetini merak etmeme rağmen benim için son sıralardaymış. Tamamen test, testin sonucu, bebeğin gelişimi odaklı olduğumu fark ettim. Anne ben sabırsızlanıyorum, çok heyecanlanıyorum
Osebeple anne-babaların menü konusunda, tercihen hafta başında, olmuyorsa sabahtan, akşam menüsü ile ilgili bir hazırlık yapmalarını tavsiye ediyorum. Çocuk akşam yemeği sırasında, 'Ben bunu yemeyeceğim, bana pizza söyle' dediğinde, menüyü birlikte kararlaştırdığınız için, bu isteğini yerine getirmeme hakkına
Kalbimizdebir sızı, ellerimiz titrek, içimiz üşüyor diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Öyle bir kahkaha patlattık ki. Dakikalarca, kesintisiz, gözlerimizden oluk oluk yaş gele gele. İşin kötüsü benim kötü bir huyum var. Gülme krizi.!.Ben dana gibi böğürmek suretiyle gülmeye başlayınca, sigara dumanından
Babam -Türkçe MÜCADELE anlamına geliyor. Müdür, -Olmaz ben bu ismi imzalamam!. Babamda, – Siz ne yaparsanız yapın ben bu ismi yazdırmak için elimden gelen herşeyi yapacağım deyip odadan çıkmış. Ertesi gün babam isim koyma maddesini okur.
FetishmanXper5. Eskiden severek yaptığın şey artık sorumluluk olur, bu yüzden sıkılır ve monotonlaşırsın. Bir süre sonra yemek yapmakta aynı hali alır. Eskiden tuzlu olan yemeğine; çok tuzlu olmuş diyemeyen eşin bir süre sonra sofrada, soğutulmuş salata çatalı neden yok diye sorarsa saşırma.
Recherche Site De Rencontre Suisse Gratuit. "Yok!" diye sert tonda dediğinde gözlerimi devirdim. "O zaman orada dikilmeyi bırak da içeri geç." Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiğinde birkaç saniye bekleyip arkasından kapıyı kapattım. Egosunu dışarıda bırakacak değildim ya. Matthias önde ben arkada salona girdiğimizde annemler sohbet ediyordu, babam da yanlarındaydı. Merdivenlerden gelen ayak seslerinden sonra abim hemen yanımda yerini almıştı. Misafirler ile selamlaştı. Annem bana sofrayı kurmamı söyleyip kendisi muhabbetine kaldığı yerden devam etti. Hava sıcak olduğu için evde oturmak yerine sofrayı arka bahçemizde kurmaya karar vermiştik. Bahçeye çıkıp çardağın kenarlarına astığım küçük ışıklandırmaları ve diğer büyük ışıkları yaktım. Bahçe anında aydınlanırken güzelliği daha çok göz önüne serilmişti. İki uzun ağacın arasında abimin benim için kurduğu hamağın üzerinde birkaç kitap kalmıştı. Hamakla karşılıklı çardağın ortasına masa yerleştirmiştik. Kenarlarında ise koltuklar vardı. Her yaz annem abime bunları bahçeye taşıttırır, havalar soğumaya başladığında da geri götürmesini söylerdi. Masanın üzerini silip koltukları düzenli şekilde bıraktım. İçeri girip mutfakta tepsiye tabakları ve çatal kaşıkları koyup tekrar bahçeye çıktım. Getirdiklerimi sırayla dizip diğerlerini getirmek için arkamı dönmüştüm ki gördüğüm şeyle korkup elimdeki tepsiyi yere düşürdüm. Şükür ki yerler çimendi ve tepsi çok ses yapmamıştı. "Sen burada ne yapıyorsun?" dedim sinirle hamağımda oturup kitaplarımı karıştıran Matthias'a. "Mart menekşeleri," dedi, elindeki kitabın etrafını inceleyip. "Fena kitap değildi." "Beni duyuyor musun?" "Maalesef ki evet," deyip kitaptaki gözlerini bana çevirdi. Gözlerimi devirdim. "Ne işin var burada?" "Yasak bölge mi?" "Şu an olduğun kısım evet, yasak bölge, ayrıca kitaplarıma dokunma!" deyip yanına gittiğim gibi elindeki kitabımı aldım. Aslında normalde olsa bu kadar sert çıkışmazdım ama Matthias'ın tanıştığımızdan beri yüzünde olan gıcık ve kendini beğenmiş ifade sinirlerimi bozuyordu. Ayrıca ben ne kadar muhatap olmuşsak her zaman normal davranmıştım. O ise aksine atarlı tavır takınmaktan zevk alıyordu. "Atarlı modunda mısın şu an?" "Sen genelde o moddasın," deyip gözlerimi devirdim. "Şakacı kız " dedi ve sırıttı. Şeytan diyor al tepsiyi geçir ağzının ortasına şaftı kaysın. "Seninle uğraşmayacağım." Arkamı dönüp içeri girdiğimde kapı tekrar çalınmıştı. Gidip kapıyı açtım. Çınar elindeki baklava tepsisiyle kapıda bekliyordu. "Aşkım?" deyip kalp fışkıran gözlerimle baklavalara bakarken Çınar kahkaha atmıştı. "N'aber?" dediğinde gözlerimi ona çevirmeden "İyi," dedim sondaki i harfini uzatarak. "Bunları bana mı getirdin doğruyu söyle?" "Aslında Bahadır amca arayıp unuttuğunu ve gidip dükkandan almamı istemişti, o yüzden getirdim," dedi. "Yani benim için," deyip otuz iki dişi sırıttığımda kaşlarını kaldırıp indirdi. "Misafirleriniz için güzelim, tüm tepsiyi önüne koyup yiyemezsin," dediğinde beni bu kadar iyi tanıyan arkadaşıma üzüntüyle baktım. "Bir tane alsam mı?" "Tamam hadi al bir tane," deyip gülümsediğinde bir dilim baklavadan kocaman bir ısırık aldım. Şerbet ağzımda dağılırken "Çok güzel," dedim. Geri kalan parçayı da diğer aç insan olan Çınar'ın ağzına tıktım. Tepsiyi elinden alıp "Eve geçsene," dediğimde ağzında baklavayı çiğnemekte olduğu için başını iki yana salladı. "Onnom ovdo bokloyor," dedi. "Anlamadım ama her neyse, gelmiyorsun yani içeri?" Başını salladığında el sallayıp arkasını döndükten hemen sonra arkasından kapıyı kapattım. Arkamı döndüğümde Matthias bahçe kapısının kenarına yaslanmış beni izliyordu. İrkildiğimde bu sefer kucağımdaki baklava tepsisini sıkıca sarmıştım. "Bir bana tavırlısın sanırım," dediğinde gözlerimi kısıp sesinde alay aradım ama ciddi ciddi soruyordu. "Vallahi önce sen başlattın, oysa ben seninle gayet güzel anlaşırdım," deyip omuz silktiğimde bana 'cidden mi?' der gibi baktı. "Bunu ilk karşılaşmamızda 'Gavur mu lan bunlar?' diyen kız mı söylüyor?" "Ne var? Gavur değil misiniz? Yalan mı söyledim?" Matthias tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki annem salondan çıkıp yanımıza geldi. "Çınar oğlum mu getirdi bunları?" diye sorduğunda başımla onaylamam ve annemin tepsiyi elimden çekip alması bir olmuştu. Tabii kadın biliyor kızının ne tür bir baklava aşığı olduğunu. Annemin peşinden mutfağa girip gösterdiği diğer şeyleri de alıp salona çıktım. Matthias gelip abisinin solunda otursa da gözleri benim üzerimdeydi. Rahatsızca kıpırdanıp beklemeden salondan çıktım. Sofra tamamen hazır olduğunda herkes arka bahçeye çıkıp masanın etrafına oturdu. Annemler için keyifli benim içinse sıkıcılıkta sınır tanımayan akşam yemeğinden sonra evlerine gitmiştiler. Anneme mutfağı toplamakta yardım ettikten sonra yukarı odama çıktım. Birkaç dakika sonra odamın kapısı çalındığında başımı yastıktan kaldırıp "Gel," diye seslendim. Abim elindeki laptopuyla kapımın önünde dikiliyordu. "Film izleyelim mi abiciğim?" diye sormuştu. "İzleyelim," dedim. "Mısır da patlatalım ama." "Olur," diye beni onayladığında yerimden kalkıp odamdan çıktım. Ben mısır patlatmak için mutfağa inerken abim kola almak için bakkala gitmişti. Annemle babam salonda oturup televizyon çay içerek sohbet ediyordular. "Anne ben mısır patlatıyorum," dedi. "Davlumbazı çalıştırmayı unutma." Yaktığım ocağın üzerine tencere koyup biraz ısınmasını bekledim. Ardından yağı, tuzu ve mısırları ekleyip tencerenin kapağını örterek patlamaya bıraktım. Bu sırada bardakları ve mısırı dökeceğim kabı çıkarmıştım. Genelde annemlerin ne konuştuğuyla pek ilgilenmem ama bu seferki konu ilgimi çekmişti. Çünkü Sibel ablanın neden buraya taşındığından bahsediyordu. Babam "Chris ölmüş mü?" diye şaşkınlıkla sorduğunda ismin yabancı olması ilgimi çekmişti. Kapı kenarına yaklaşıp konuştuklarını dinlemeye başladım. "Evet canım, Matthias 15 yaşındayken araba kazası geçirmişler, Chris de o kazada hayatını kaybetmiş," dediğinde Chris denilen adamın Matthias ve Nicholas'ın babası olduğunu anlamıştım. "Bunca yıldan sonra neden dönme kararı almışlar ki?" "Matthias'ın okulunun bitmesini beklemişler. İki oğlu da mezun olunca, kocası da yanında olmayınca geri dönmek istemiş, en azından bundan sonra kendi toprağımda yaşayayım demiş. O yüzden gelmiş. Çocukları da annelerini yalnız bırakmamış işte," diye annem babamı cevapladı. "Anladım. O zamanlar Chris'le birbirimize çok yardım etmişliğimiz var. Sen her türlü destek ol hanım. Kendilerini yalnız hissetmesinler," diyen babamla gülümsedim. Gidip yanaklarında öpesim vardı da annemin çemkirmelerini dinlememek için bu istediğimden vazgeçtim. "Tabii ki destek olacağım. Sibel benim eski arkadaşım," dedi annem. Kapı sesi duyulduğunda annemler sohbetlerini kesmişti. Ben de hazırlanmış mısırları kaba döküp bardakları da alarak elindeki kola şişesiyle beni bekleyen abimin yanına gittim. Birlikte merdivenleri çıkarken annemin bağırışı tüm evi sarmıştı. "Kız ben sana davlumbazı çalıştır dememiş miydim?!" "Unuttum," dedim ve koşarak yukarı çıktım. Onu çalıştırsam sizi nasıl dinleyecektim anneciğim diyemedim tabii.
Irmak yaşındayken annem sofrayı hazırlamamı istediğinde çok mutlu olurdum. Kendimi öyle önemli hissederdim ki. Sonra büyüdüm, bakkala da gitmeye başladım. “Koş bir ekmek al gel” cümlesi, özgüven fırlamasına neden oluyordu. Abimle kavga ediyorduk kim gidecek diye. Büyüdükçe, bu hevesle yapmaların yerini “offf yine mi ben” cümlesi aldı. Hatta abimle ettiğimiz kim gidecek kavgaları, “kim gitmeyecek”e dönüştü. Annem çok istemezdi bizden ev işi, ders çalışıyoruz diye de dokunmazdı. Sonra ikimiz de hemen iş hayatına atıldığımız için yine dokunmadı. Tabii ki elimizden geleni yapıyorduk… Fakat Irmak, şu an çok hevesli. Aynı bizim o zamanlarımız gibi. Masa hazırlamak özellikle en sevdiği konu. Amerikan servisleri de o seçiyor, bardakları da. Kimin nereye oturacağına o seçtiği renge göre karar veriyor. Baktım geçen gün kağıt havluyu peçete gibi katlamış, tabakla bıçağın arasına koymuş. “Bak restoran gibi yaptım” dedi. Ben de ne kadar beğendiğimi söyledim. Hiç “bak olmamış, bıçaklar yamuk” gibi yorumlar yapmıyorum. Nasıl hazırlıyorsa, öyle kalıyor. Zaten önceleri tabakla bıçak arasında daha çok mesafe vardı. Benden göre göre azalttı. Bu arada bendeki takıntı, keskin olmasa dahi bıçağı mutfaktan salona götürmesine hâlâ izin veremiyorum. Taşıması benden, yerleştirmesi ondan. Hangisi nereye hep karıştırıyordu. “Bak” dedim, “çatal sola, kalbinin olduğu tarafa”. Baktım, masanın başına geçmiş, kalbini yokluyor, sonra çatal koyuyor. Kimseninki karışmasın diye bardakları ayrı ayrı düzenliyor. Nasıl da mutlu oluyor bunları yaparken… Misafir geleceği zaman da düzeltmiyorum hiç arkasından. Hevesini kırmam, başardım hissine zarar vermek istemem. Sayın cimcirik… Sen şimdi hevesle sofra hazırlıyorsun, benimle çamaşır katlıyorsun, bakkala gitmek için gün sayıyorsun da, birkaç sene sonra oflamalar, poflamalar başlayacak. Biliyorum. Bilmekten öte, eminim. 🙂
Bazı bilgiler, her zaman hayatınızın içinde yer almasa da zaman zaman hayatınızı kurtarabilir. Kesin bir kural olmamakla birlikte uygulanması gereken yerlerde bulunabilirsiniz. Sofra adabı gibi. Çünkü her zaman tek başınıza, evin bir köşesinde ya da televizyon karşısında yemek yemeyeceksiniz. Birçok sofranız öyle olsa bile mutlaka ve mutlaka daha resmi bir sofranız olacak. Ve o gün geldiğinde bu bilgilere mutlaka ihtiyacınız sizi bir adım öne çıkaracak, adınızdan saygıyla bahsedilmenizi sağlayacak sofra adapları. Çünkü hem sağlıksız hem saygısız Çatal ve bıçak masaya değil, tabağa konurYemekte çatal ve bıçak kullanıldığında tekrar masaya değil, tabağa konur. Bıçak, keskin tarafı kendinize bakacak şekilde sağa, çatal ise sol tarafa yerleştirilmelidir. Bu, aynı zamanda yemeğe ara verdiğinizi ancak devam edeceğinizi de yemeğe ve insanlara verdiğin ciddiyeti gösterir Masada dik oturulurİster bir davet olsun, ister ailenizle yemek; sofrada dik oturulur. Dirsekler masaya konmaz, yayılarak oturulmaz, kollar masayı kaplayacak şekilde masaya yerleştirilmez. Televizyon karşısında bunlardan istediğiniz orası açık büfe değil Tabağa yemek az konur Yılmaz'ın açık büfeye yumulan tatilci esprisindeki gibi tabak öyle çok doldurulmaz. Sadece yenilebilecek kadarı, hatta belki biraz daha azı alınır, bitince hala açlık varsa tabağa tekar ekleme her şeyin bir yeri var Masaya öksürülmez, hapşırılmaz, burun temizlenmezİnsanlık hali öksürük, hapşırık tutar ve bunların ne zaman geleceği belli olmaz. Ancak olur ya, eğer sofrada öksürük ya da hapşırık gelirse masa doğru öksürülmez ya da hapşırılmaz. Ağza peçete tutulur ve izin isteyerek masadan kalkılır. Keza aynı şekilde burun temizlenecekse banyoya gidilir. Masada temizlenmez. Öksürmek neyse de burun temizlemeyi halihazırda yapan yoktur diye bu yüzden "Ben bi' makyajımı tazeleyeyim" derler Yemekten önce ruj temizlenir kadınlara özel bir adap bu. Ruj günlük hayatta sık kullanılan bir makyaj malzemesi. Ancak bardakta iz bıraktığı için yemekte biraz sorun çıkarabilir. Zira ev sahibi açısından pek de hoş bir durum değil. Ardınızda ruj lekeli bardaklar bırakmamak için masaya oturmadan önce rujun fazlalığını almak hijyen, çünkü sağlık Ortadan yenmez, tabağa alınır ve sofra kültürümüzde aynı tencereden, aynı tabaktan yeme alışkanlığı eskiden beri vardır. Hatta bu durum çoğu çekirdek ailede ve Anadolu'da devam etmektedir. Ancak biraz daha resmi olan hiçbir sofrada aynı tabağa kaşık karaoke yapmıyorsunuz Höpürdetilmez, şapırdatılmaz, efektsiz yenir, içilir dumanı üstünde, pek sıcak ve lezzetli görünüyor. Kaşığı daldırdınız ve çorbadan bir parça aldınız, aman buraya dikkat çünkü çorba içerken höpürdetilmez. Aynı şekilde çay, kahve gibi içecekler de. Höpürdetmek, şapırdamak bizim kültürümüzde hoş karşılanmayan hareketlerdir. O yüzden içeceğiniz çok sıcaksa biraz üfleyebilir veya canı yanar Limon başkasının gözüne değil, tabağa sıkılır ya da tabağınıza aldığınız salataya biraz daha limon sıkmak istediniz diyelim. Yapmanız gereken limonu sağ elinize alıp, sol elinizi de limon suyunun sıçramaması için siper etmek. Kimse, karşısında oturanın gözüne limon suyu sıkmayı istemez, değil mi?Çünkü 12 yaşında bir genç değilsiniz Sofradan tek başına kalkılmaz biraz hızlı yemenin, sindirim açısından zararlı olduğunu söyler uzmanlar. Ancak hızlı yemenin bir başka dezavantajı daha var; beklemek. Siz yediniz, bitirdiniz ancak masada hala yemek yiyenler var. Beklemek durumundasınız. Bitirince kalkmak, diğer insanları sofrada bırakmak doğru bir davranış değildir. Çünkü "Ben odama gidiyorum" diyerek hışımla odanıza çıkacak yaşta ve yerde önce yemeği pişirene saygı Önce tadına bakılır, sonra tuz atılırYemeğin tadına bakmadan direkt tuz dökenlerin önyargılı olduğu söylenir. Öyle midir bilinmez ama tuz, yemeğin tadına bakıldıktan sonra dökülür. Tadına bakmadan tuz dökmek, yemeği pişirene hakaret sayılır. Evet belki siz ağzınızın dengesini çok iyi biliyorsunuz. Olsun. Ya ev sahibi de ona göre hazırladıysa yemekleri? Bir kaşıktan hiçbir şey olmaz, tadına kırıntılar yere dökülsün istemezsiniz Peçete dizlere serilirBu biraz aşırı gelebilir ama gelmesin. Sofraya oturduğunuzda ilk yapmanız gereken peçetenizi alıp dizlerinizin üzerine sermek aslında. Bunun amacı aslında gayet basit; yemek kırıntılarının üstünüze dökülmesini önlemek. Yemek bittikten sonra ise peçeteyi tabağınızın içine değil, yanına bırakmalısınız. Ve evet, peçete asla yakaya bunu zaten biliyorsunuz Ağızdaki lokma yutulur, ondan sonra konuşulurKeyifle yenen yemeğin tadı bir başkadır. O yüzden sofra sohbetinin tadına doyulmaz. Ancak hem yemek yiyip, hem sohbet etmek çok da kolay değildir. Çünkü ağza alınan lokma, konuşmayı engeller. Ağız açık yemek, ağızda yemek varken konuşmak çok ayıp ve yanlış bir davranış olarak kabul edilir. Bu yüzden lokmaları küçük küçük alıp, çiğneyip, yuttuktan sonra konuşmaya özen gösterin. Ve bütün bu adapları bilmeyene gönderin, belki aynı sofraya oturacaksınız. Belki bir gün yaşayacağı pişmanlığı engelleyeceksiniz.
Bu haber 05 Ocak 2022 - 1419 'de eklendi ve 98 views kez söylenip duruyordu. Son günlerde oldukça mutsuzdu. Kocasının ilgisizliği, çocukların vurdumduymazlıkları üstüne üstlük bir de zamlar onu iyice bunaltmıştı. Sorunun farkındaydı ama yine de öfke nöbetlerine engel olamıyordu. Gerçi böyle davranması onu daha da Gürkan kendine sandviç yapmış; peyniri, salamı, domatesi kısaca her şeyi ortada bırakmıştı. Ekmek kesilmiş, kırıntıları ekmek tahtasının üzerinde bırakılmıştı. Mutfak tezgâhı berbat görünüyordu.– Allah’ım ne kadersizmişim! Neydi benim günahım neden geldim ki bu dünyaya! Ah çocuklar ah! A kızım mutfağa gelip bana yardım etsen… Pelin!-Geliyorum anne!-Son geliyorum lafının üstünden yarım saat geçti be kızım!– Anne bak face’de ne yazmış arkadaşım?“ Yüzde ısrar etme, doksanda dediğinde noksan da büyüklenme, elde neler var!Bir ben varım deme, yoksan da olur.”– Gel mutfağa da bağırma deli danalar gibi…– Anne, bizim sınıftan imamın oğlu ne yazmış duysan gülmekten ölürsün ya!-Çatlatma artık, söyle ne yazmışsa…– “Kim ki eder bu dünyada yılbaşını baş tacı,Ahrette etine batar süslenen çam ağacı.”-A çok ayıp!-İmamın oğlu Recep’in yanında oturan Ramazan da az değil ha!-Eeee… O, ne yazmış?-Sıkı dur bak! “Yedi Hıristiyan birleşip danaya girmedikçe ben de çam ağacı süslemem.” Çok komik… Birbirlerinin durumlarını da beğenmişler. Anne, bu çocuklar sınıfta en arka sırada vallahi üç aylar gibi yan yana oturuyorlar. Recep ile Ramazan’ın ortasında oturan çocuğun adını bil bakalım!-Üç aylar dediğine göre Şaban olmalı ortadaki çocuğun adı. Şaka gibi ya! Neyse bırak gevezeliği de sofrayı kurmamda yardımcı ol veya salatayı sen yanağına kocaman bir öpücük kondurdu Pelin. Böyle anlarda yumuşatırdı onu sıcak tavırlarıyla… Aslında ana- kız güzel anlaşırlardı. Zaman zaman ters düştükleri konular olsa bile sonunu tatlıya bağlamayı becerebilirlerdi. Zaten Pelin de sorunlu bir çocuk değildi. Derslerinde de oldukça başarılıydı. Ancak mutfak işlerinden pek hoşlanmıyordu. Annesini kırmamak için gerektiğinde ister istemez yardım ya oğluna dedim ” Annem yemek hazırlıyor, birazcık sabret!” Bak sandviç yaptı, ortalığı dağıttı. Şimdi de “Aç değilim.” Diyor. Of ya! Anne ya! İnternete de onun izniyle girebiliyorum. Çok acıkmışım. Mis gibi koktu tereyağlı pirinç pilavı…-Afiyet olsun yavrum!Kadın mutfaktan oğluna seslendi-Sofra hazır!-Ben yemeyeceğim! Şimdi internette Burcu ile yazışıyorum, bölme sohbetimi!-Bıktım internetinizden, Facebook’unuzdan… Facebookun da çıkardınız be!-En azından telefonla konuşmaktan ucuz, bırak yazışalım gönlümüzce! Zaten harçlıklar da yetmiyor. Kızı haftada bir sinemaya götürmek de lüks şükredin. Sabancı’nın torunu değilsiniz. Kapıcımızın çocuğu olsaydınız ne yapardınız? “Adını Feriha Koydum” adlı dizi izleyin de ders sonra Gürkan, internetten düştüm diye sızlanarak mutfağa geldi. Annesi son sözcüğü Düştün mü? Bir yerin acıdı mı?Çocuklar kahkahalarla düşünce canımız acımaz da ruhumuz acır bazen… Kız, şimdi yanlış anlayacak. Of ya of!-Çocuklar, yemeğinizi yiyin, akşama muhteşem bir sofra hazırlayacağım. Akşam yeni yılı her zamanki gibi ailece evde kutlayacağız. Babanız bugün bile çalışıyor. Bazen acıyorum ona… Siz sıcak sıcak evde oturup şikâyet ederken o, sizleri rahat yaşatmak için gecesini gündüzüne anne çalışıyor sanıyorsun, ne zaman baksam babam internette online… Bir de faceden bizim Cemil’e arkadaşlık yollamış. Çocuk da ayıp olmasın diye kabul etmiş. Ama senin kocan ne yapmış, iki de bir çocuğun sayfasında yorum yapıyormuş. Geçen gün Cemil de “Aşkım” diye bir albüm eklemiş facedeki sayfasına… Cansu ile olan fotoğraflarına sevgili babam yorum yapmış. “Bu çirkin kızı çok mu aradın?” Olacak iş mi anne? Söyle kocana arkadaşlarımızı eklemesin sayfasına… Eklediklerine de yorum yazmasın lütfen!Pelin, içinden “Babamı iyi ki eklememişim!” diye dua ediyordu. Zaten ağabeyi Gürkan da engellemişti babasını. Duvarını da kapatarak onun yorum yapma ihtimalini de ortadan kaldırmıştı. Gürkan, gerçekten akıllı biriydi. Anneleri Rahşan Hanım, aslında güzel bir kadındı ama süslemezdi. Kendiyle ilgilenmektense eviyle ilgilenmeyi tercih eden titiz biriydi. Ev kadınlığını biraz abartan, ailesi için saçını süpürge eden bir tipti. Teknolojiye de biraz uzaktı. Gerçi çocuklardan fırsat bulamazdı internete girmek istese de… Eşi Abidin Bey diz üstü bilgisayar kullanıyordu da çocuklarla internete girme sorunu olmuyordu. İki kardeşten erkek olanı bu hakkı kendine verilmiş sayıyordu. Pelin arada bir facedeki sayfasına bakıp çıkabiliyordu ağabeyi izin verdiği ölçüde tabii ki!Bu gece yılbaşı gecesiydi, Pelin’in hayali sevdiği arkadaşlarıyla kız kıza bir yılbaşı gecesiydi. Böyle bir izni asla alamazdı. Annesi izin verse babası vermezdi. O nedenle hiçbir zaman gündeme getirmemişti bu konuyu… Öğle yemeği sonrası annesi mutfaktan çıkmamış, akşam için yemekler hazırlamayı sürdürmüştü. Akşama doğru telefon çaldı. Arayan Abidin Bey idi. Eşine akşam için yeni yılı dışarıda baş başa kutlayacaklarını söyledi. Rahşan Hanım, bütçelerini sarsacağını ve buna hiç gerek olmadığını söyleyerek itiraz ettiyse de kocası onu ikna etti. Abidin Bey’in patronu Samet Bey, önceden beş yıldızlı bir otelde yer ayırtarak parasını da yatırmıştı. Üstelik o gece hayranı olduğu sanatçı da o otelde sahne alacaktı. Son anda dünürleri yemeğe davet edince zaten limoni olan araları açılmasın, ilişkileri gerilmesin diye rezervasyonu iptal ettirmek istemiş ama başarılı olamamıştı. Çalışmasını çok beğendiği müdürlerinden Abidin Bey’in adına çevirmişti rezervasyonu ve ona sürpriz Bey de uzun zamandır eşine hediye alamamanın, dışarıda yemeğe götürememenin üzüntüsünü yaşıyordu. Bu teklife çok sıcak bakmıştı. Diğer müdürler Abidin Bey’e “ Hadi yine iyisin!” diye gülerek takılıyorlardı ama içten içe de kıskandıkları seziliyordu. Bu müjdeyi zaman geçirmeden eşine iletmişti. İşten de erken çıkacaktı. Akşam için hazırlıklarını yapacaktı. Eve gelmeden Berber Ali’ye uğradı. Rahşan Hanım da yemekleri pişirdikten sonra banyosunu yapıp kuaförüne Gürkan birbirlerine baktılar. Akıllarından aynı şey mi geçiyordu acaba?-Ağabey, ikimiz de yalnızız bu gece. Aklımdan bir şey geçiyor ama…-Pelin, Burcu’yu arar mısın? Başka kız arkadaşlarını da ara. Yemekler de hazır zaten. Bu geceyi sen arkadaşlarınla ben de en azından Burcu’yla beraber samimi olduğu birkaç arkadaşını davet etti, Burcu da ailesinden izin aldı. Akşam yedi sularında Pelin’lerde toplanılacaktı. Pelin de Gürkan da o kadar mutlu oldular ki kelimeler sevinçlerini anlatmakta yetersiz Hanım, kuaförden döndüğünde saçı, makyajı harika görünüyordu. Kardeşinin nişanında giydiği tarçın rengi giysisini de giyince muhteşem bir kadın Bey, eve geldiğinde oldukça neşeliydi. Karısına iltifatlarda bulundu. Çocuklarını öptü ve onlardan özür diledi. Eğer patronu iki kişilik davetiye vermeseydi asla böyle bir bütçe ayıramayacaklarını, çocuklarıyla olmak istediğini ancak eşini de uzun süredir işlerinin yoğunluğu yüzünden ihmal ettiğini anlattı. Abidin Bey, çocuklarının üzüldüğünü sanıyordu. Oysa onların plânları çoktan hazırdı. Sonuçta herkes ve babalarını yolcu ettikten sonra iki kardeş gece için bütün hazırlıkları gözden geçirdiler. İlk gelen Burcu’ydu. Zaten sonraki gelecek olanlar Gürkan’ın umurunda değildi. Burcu’ya bebeklik albümünü göstermeye başlamıştı bile… İkiz kardeşler Hülya ve Selma geldiler az sonra… Arkasından da sınıfın en uçarı kızı Gülçin gelince muhteşem beşli tamamlanmıştı. Hazırlanan mükellef sofrada karınlarını neşe içinde doyurmuşlardı. Pelin bu gece çok hamarattı, mutfakla salon arasında mekik dokurken hiç de şikâyetçi da gelirken pasta getirmişlerdi. Saat tam 24 olduğunda pastalarını kestiler. Hepsi birden “Hoş geldin yeni yıl!” Diye bağırdılar, kahkahalar atarak yeni yılı karşıladılar. Pelin, Sertap Erener’i taklit ederek onun “Yeni Bir Aşk” şarkısına playback yaptı“ Bu sene iyi geçmedi söylemem lazım…Kader beni seçmedi ama görmemem lazım…Belki birden bire yeniden başlamam gerek…Eskiden taptığımı bugün taşlamam gerek…Yeni bir aşk, yeni bir iş,Yine gülecek bir neden lazım!Yeni bir haber, yeni bir kader,Bunlar için bana şans lazım!Yeni bir duruş, yeni dokunuş,Tek tek keşfetmem lazım!Yeni bir hayat, gerisi bayat,Kendime yeni bir ben lazım!Günler güzel geçmedi unutmam lazım…Asıp yüzümü kalmışım, azıcık kırıtmam lazım…Hep içime atmışım anlatmam gerek!Hepsini bir kazana atıp toptan kaynatmam gerek!”Arkadaşları Pelin’i yürekten alkışladılar. Çocuklar arkadaşlarıyla sevdikleri şarkıcıların parçalarını dinlerken gece iki sularında anne ve babaları geldi eve. Annelerini uzun zamandır böyle mutlu görmemişlerdi. Kadıncağız ilk kez iki kadeh şarap içince sarhoş kırmızı goncayı okşarken Rahşan hanımın dilinde de geceden kalma şarkı vardı“ Bu akşam hüzünleri evde bıraktım, körkütük sarhoş oldum elimde değil…”
Kırmızı bir yemeni deseni ile süslü bir kitap. İçindeki kitap ayracından minicik bir oya sallanıyor. Grafik tasarımcı Güler Sarıgöl Köymen’in “Kızlarına el veren tüm annelere ve onların kızlarına” ithaf ettiği “Annesinin Kızı” isimli kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Köymen’in “Anne eli değince bir başka oluyor” dediği tarifler yer alıyor. Yanlarında yemeği anne eli değmiş kıvama yaklaştıracak ipuçları yer alıyor. Aralarda hikayeler, anılar, mutfağa ve pazara dair tavsiyeler... Sayfaların kenarlarında da Köymen’in annesinin çok kullandığı “Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin”, “Aklımda duracağına karnımda dursun” gibi atasözleri... İkinci bölüm başka anne-kızların tariflerine ayrılmış. Siyah-beyaz fotoğraflara iştah açan yemeklerin fotoğrafları eklenmiş. Sonuçta ortaya el emeği, göz nuru yemekli bir hatıra defteri çıkmış. Böyle bir kitap hazırlayacağınızı annenizle paylaştığınızda ne tepki verdi? Çok duygulandı. Aslında bir kitap fikriyle başlamadım. Annemin tariflerini sadece kendime kaydetmek istedim. Grafik tasarımcılık olan mesleğimin dürtmesiyle kitap gibi olmaya başladı. Tarifleri kaydederken sayfaları tasarlamaya, amatörce fotoğraflarını çekmeye giriştim.“Hâlâ annenin gönderdiği yemeklerle sofra kuruyorsun!” Yemek yapmayı ondan mı öğrendiniz? Annemin sayesinde mutfağa giremeyen iki kızkardeştik biz. Annelerimizin ev içinde saklı kalmış emeğini görüp çalışma hayatına adım atmak isteyen kızlar olarak pek de mutfakla ilgimiz olamadı. Ama tabii ki anneme yardımcı olmuştuk ve mutfakta onu çok izlemiştik. Bir gün bir arkadaşım “Hâlâ annenin gönderdiği yemeklerle sofra kuruyorsun!” dediğinde fark ettim ki o her zamanki özverisiyle hayatımızı kolaylaştırıyor, biz de günlük yorgunluklar nedeniyle hemen hazır gelen yemeklere evet diyorduk. Bir gün sokaktaki satıcıdan çintar çam mantarı aldım ve eve geldim. Nasıl yapıldığını bildiğim halde telefonda annemden tarif aldım. Piştikten sonra tattım, hemen annemi arayıp “Anne, aynı senin yaptığın gibi oldu!” dedim. Kendimce rüştümü ispatlamıştım artık. Günlük, ev mutfağında pişen her türlü yemeği sırası geldikçe püf noktalarını öğrenip kendi mutfağımda yapmaya başlamıştım. İlk bölümde annenizin tarifleri, ikinci bölümde ise başka anne-kız hikayeleri ve tarifleri yer alıyor. Bu bölümde yer alanlar kişileri daha önceden tanıyor muydunuz?İkinci bölümü 40 kızla paylaşma isteğim, annemin her zaman kurduğu sofraları komşularıyla paylaşması gibi bir duyguydu. Yıllar içinde kurduğum sahici dostluklardan mutfakta anne hikayeleri olduğunu bildiğim kişileri seçtik. Mutfağı zengin anneleri olan bazılarının sonunda yerel deyişler yer alıyor. Onların içinden sizin en çok kullandığınız hangisi?Annem hayatımız boyunca bu özdeyişlerle konuştu. Tariflere eşlik eden öyküleri oluştururken bu deyişler kendiliğinden aklıma geldi ve mümkün olduğu kadar öykü ve tarife göre eşleştirmeye çalıştım. Annem kadar olmasa da ben de sıklıkla kullanırım hepsini... Ancak en çok kullandığımız sanırım; “Buyrun sıkılmayın, geri durun sokulmayın!”* “Ödemiş yöresinde sıkça kullanılan keyifli bir sofra kurulduğunda, evsahibi tarafından misafirleri yemeğe daveteden espirili bir deyiş.”“Bu kitaba annemin sini pidesi vesile oldu”Nereden aklınıza geldi böyle bir kitap yazmak?Annemin sini pidesi yüzünden oldu. Bir gün bir sürpriz yaparak, sıcacık sini pidesini bize gönderdiğinde, yoğun bir çalışma halindeydik. O sıcaklık, o mis gibi koku öyle bir sardı ki mutfağı, bizim ailede onu sadece annemin yapabildiği aklıma düştü. Sini pidesi Ödemiş Küçük Menderes Havzası yöresinin ve bizim ailenin gelenekselleşmiş annem yaptığı için hiç denememiş, tarifini bir köşeye yazmamıştık an paniğe kapıldım ve tarifi hemen kaydetmek istedim.
annem sofra hazır dediğinde ben