aliağa daki demir çelik fabrikaları
Türkiyenin ilk çelik fabrikası icra marifetiyle satışa çıkartılıyor. 1955 yılında Metaş ticari unvanı ile kurulan, çeşitli nedenlerle birkaç kez el değiştiren ve son olarak Ede Demir Çelik ticari unvanı ile faaliyette olan Bornova’daki demir- çelik tesisi, ekipmanları ve
İzmirAliağa’daki HABAŞ Demir Çelik fabrikasında eskiyen saçların değiştirilmesi sırasında yüksekten düşerek hayatını kaybeden işçi Kadir Özdemir’in ailesinin açtığı ceza davasının ikinci duruşması bugün Aliağa 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Demirçelik fabrikaları, gemi söküm tesisleri
SONDAKİKA. Demir Yumruk Operasyonunda İsim ve Firmalar Ortaya Çıkmaya Başladı 3 Nisan 1937’de temelleri atılan Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları, 1939 yılında üretime başlamış, ardından bünyesinde kurulan değişik ünitelerle, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin imarında son derece önemli görevler üstlenmiştir
Aliağadaki demir çelik işletmelerinin cürufu ve yeni kurulacak dört termik santralın külü, Foça'da depolanacak. İSTANBUL- Aliağa Nemrut Sanayi Bölgesi’ndeki demir çelik işletmelerinin yıllardır üretim alanlarında biriktirdiği milyonlarca ton cüruf için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çözüm buldu: Foça’ya depolamak.
BilenDemir Çelik Hakkında. Bilen Demir Çelik Firmamız Yönetiminde İzmir İlinde Aliağa İlçesi Mahallesi Yeni San. Sit. 205. Ada 1253. Sokak No: 3/E, Adresinde faaliyettedir. Bilen Demir Çelik Hurda Alım Satımı, Demir Çelik sektörlerinde İzmir Aliağa bölgesinde hizmet vermektedir. Bilen Demir Çelik Sayfamız üzerinde Mesaj
Recherche Site De Rencontre Suisse Gratuit. 1131 İzmir'in Aliağa İlçesinde Bulunan Habaş Demir Çelik Fabrikası'nda Meydana Gelen Patlamada 1 Kişi Öldü, 10 Kişi Yaralandı. İzmir'in Aliağa ilçesinde bulunan Habaş Demir Çelik Fabrikası'nda meydana gelen patlamada 1 kişi öldü, 10 kişi dün akşam saatlerinde Aliağa Ağır Sanayi Bölgesi'nde bulunan Habaş Demir Çelik Fabrikası'nda meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, hurda deposunda meydana gelen patlamada, hurdaların ayıklanması sırasında top mermisinin patladığı iddia edildi. Patlamada, 29 yaşındaki İlyas Kırdı isimli şahıs hayatını kaybederken, 10 kişinin de yaralandığı Demir Çelik Fabrikası yetkililerinin olayla ilgili açıklama yapacakları belirtildi.YB-Mİ-CMH-ÖK-Y ABD Başkanı Biden'dan Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımına resmi onay Fenerbahçe'den ayrılan Jose Sosa futbola başladığı kulübe döndü Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bankaların emekli promosyonlarıyla ilgili 'caiz değil' açıklaması geldi Kaynak İHA Son Dakika Son Dakika › Güncel › Aliağa Habaş Demir Çelik Fabrikası'nda Patlama - Son Dakika Bu haber İhlas Haber Ajansı tarafından hazırlanmış olup habere tarafından hiçbir editöryal müdahalede bulunulmamıştır. İhlas Haber Ajansı tarafından hazırlanan bütün haberler sitemizde hazırlandığı şekliyle otomatik servis edilmektedir. Bu nedenle haberin hukuki muhatabı İhlas Haber Ajansı kurumudur.
Seda TAŞKIN +GERÇEK-Geçtiğimiz hafta Brezilya Donanması’na ait São Paulo adlı geminin İzmir'de sökümüne bakanlığın izin verdiğinin ortaya çıkmasının ardından gemi sökümünde açığa çıkan asbest ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle işçilerin karşı karşıya kaldığı riskler yine gündeme geldi. Uzmanlar peş peşe uyarılarda bulundu, İzmirliler tepkilerini ortaya koydu. Söküm işçilerinin karşı karşıya kaldığı kanser riski, bir haftadır Türkiye gündeminde ama bir köy var ki, kanser, yıllardır hayatlarının bir parçası olmuş. Gemi söküm işletmelerinin yoğun olduğu İzmir Aliağa'ya bağlı Horozgediği Köyü'nün nüfusu, 3 binden 298'e düşmüş. Ve köyde yaşayanların neredeyse tamamı kanserle mücadele ediyor. Biz de bu köye gittik ve 60 yıldan uzun süredir kanserle mücadele eden köylülerin hayatlarını kendi ağızlarından dinledik. BALIK KASABASINDAN SANAYİ MERKEZİNE UZANAN BİR KÖY Horozgediği Köyü, 3 bin nüfuslu bir balıkçı kasabasıyken 1961 yılından sonra bölgeye kurulan sanayi tesislerinin ardından hem çehresi hem de kaderi değişmiş. Artık köyün dört bir yanı demir-çelik, petro kimya ve gübre fabrikalarıyla çevrili. Köye girdiğinizde havada asılı duran ağır lastik ve yanık kokusu da dikkat çekiyor. Ve köylülere kulak verdiğinizde çevre tahribatının insan sağlığına etkilerine de şahit oluyorsunuz. Sanayi tesisleri kurulduktan sonra köyde, kanser ve astım gibi birçok hastalık görülmeye başlanmış. Önceleri kendi halinde sessiz sakin bir hayat sürdüren köylüler, şimdilerde hayatta kalmak için savaşıyor. Köydeki her 10 kişiden 8’i kanser. En çok da akciğer kanseri vakaları görülüyor. Aliağa’daki sanayi tesislerinden kaynaklanan hava kirliliği, sorunun daha da kötüleşmesine neden oluyor. Köyün gençleri, baba ocaklarını çoktan terk etmiş. Gidecek yeri olmayanlar ise köyde yaşama telaşına düşmüş. Seslerini duyuramamanın sancısını yaşayan köylüler, yetkililerin ilgisizliğinden de dertli. BU KÖYDE KANSER OLMAYAN VAR MI?’ Köyün hemen girişinde bir kahvede oturan insanların yanına gidiyorum. İzin isteyerek oturduğum masada bulunan Ahmet Yıldırım, köyde kanser vakalarının yaşandığına ilişkin bir duyum aldığımı sorduğumda, “Bu köyde kanser olmayan mı var” yanıtını alıyorum. O andan itibaren de konuştuğum herkesin kanserle mücadele ettiğini öğreniyorum. 67 yaşındaki Ahmet Yıldırım, diğer köylüler gibi akciğer kanseri tedavisi görüyor. Babasını da mide kanserinden kaybeden Yıldırım'ın şu an tek korkusu çocuklarının aynı hastalığa yakalanması “Kahvede oturan insanların büyük bir kısmı kanserle mücadele ediyor. Köyümüz, fabrikaların arasında sıkışıp kaldı. Üstelik mantar gibi her gün bir yenisi ekleniyor. Hurda, geri dönüşüm, demir-çelik fabrikaları gibi fabrikalarla bir arada yaşıyoruz. Fabrikaların atıkları ileri mevkide bir vadide biriktiriyor. Tabii rüzgar olduğunda o atıkların hepsi üzerimize geliyor ve biz onu soluyoruz. Yani kaçma şansımız da yok, mecburen bu pis havayı teneffüs ediyoruz.” CENNET GİBİ BİR YERDEN YAŞANMAYACAK BİR YERE DÖNDÜ’ Yıldırım, uzun yıllar taşımacılıkla uğraşmış. 11 yıl gemi söküm işletmelerine taşımacılık yapan Yıldırım, sanayi tesislerinin kurulmasıyla çevrede yaşanan dönüşüme ilk elden şahitlik etmiş “Oranın durumunu da bura gibi iç açıcı değil. Ama yıllar önce fabrikalar yokken, burası Türkiye’nin en güzel yerlerinden biriydi. Cennet gibiydi ve ağaçlardaki meyveler buram buram kokardı. Ama bitti. Artık burası yaşanamayacak bir yer haline geldi.” TOPRAKLARIMIZI FABRİKALARA SATTIĞIMIZ İÇİN ÇOK PİŞMANIZ’ Yıldırım’ın bunları söylediği esnada yan masadan bir kişinin itirazı yükseliyor; “o zaman topraklarını fabrikaya satmasaydın” diyor. Yıldırım’ın yanıtı ise pişmanlığını dile getirmek ve "keşke yıllar öncesinde böyle bir hata yapmasaydım" oluyor. Pişman olan tek o değil elbette. Köylünün en büyük pişmanlığı yıllar önce arazilerini fabrika sahiplerine satmış olmaları. Yıldırım da bunu dile getiriyor “Paranın sağlık yanında bir değeri yokmuş. Keşke topraklarımızı zamanında vermeseydik. Ama maalesef olay bitti. Biz sanayiye karşı değiliz ama bilinçli bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Burada gece olduğunda sesler sarıyor her tarafı.” BİLE BİLE İNTİHAR ETMEK OLACAK’ Ve söz kamuoyunda 'asbest bombası' olarak bilinen Brezilya gemisine geliyor. Brezilya’dan gelecek savaş gemisinin Türkiye’de söküm işleminin yapılmasına da tepki gösteren Yıldırım’a göre bu karar intihar etmek demek “Bizim devletimiz var, almasınlar kardeşim. Bu, bile bile intihar etmek olacaktır. Zaten bu haliyle kanserle savaşıyoruz, bir de gemi gelirse daha da zor olacak. Kanserojen madde taşımasına rağmen neden geliyor? İster 900 ton ister 9 ton olsun fark etmez. Sonuçta hepimize zarar verecek. Nasıl bir ülke burası, hayret ediyorum. Bu gidişle çocuklarımız da kanser olacak. Tek korkum çocuklarımın da hastalanması.” “Ne kadar yaşarız bilmiyoruz, gittiği yere kadar ömrümüzü tüketeceğiz” diyen Yıldırım, itiraz ettiklerinde müdahale edildiğini, sorunun, polisinden askerine herkesi ilgilendirdiğini belirterek, bu konuda ilgililerin bir şeyler yapmasını istiyor. 'YÜZÜME BAK KIZIM, NE GÖRÜYORSUN?' Sözlerini bitirdikten sonra Ahmet Yıldırım, bana kahvehane bahçesinin öbür ucunda oturan yaşlı birini işaret ederek, onunla da konuşmamı istiyor. Kanser vakalarını sorduğumda, 79 yaşındaki Remzi Okay önce şakayla cevap veriyor; “Yok canım ne kanseri” diyerek gülüyor. Ardında da soruyor; “Yüzüme bak kızım, ne görüyorsun?” Yüzündeki ameliyat izlerinden, yaşadığı sağlık sorunlarını tahmin etmek zor değil elbette. Ama cebinden çıkardığı küçük bir defteri gösteriyor. Hem gırtlak hem de cilt kanseri tedavisi gören Okay, kemoterapi tedavilerini not almış. Notlardan anlaşılıyor ki tedaviler 10 yıldan uzun süredir devam ediyor. VALİ'NİN KÖYLÜYE YANITI GÜZEL YAPMIŞSIN AMA OLMAZ Ahmet Yıldırım, sözlerini pişmanlıkla bitirmişti, Remzi Okay'ın hikayesinde ise pişmanlıktan çok mücadele var. Bir taraftan kanserle mücadele ederken, bir taraftan da köylerini kurtarmak için mücadele etmiş. Komşularına, ileride yaşanacak tehlikeleri anlatmış ve köyün fabrikalara satılmaması için ikna etmeye çalışmış. Sonunda da köylü harekete geçmiş. Yıllar önce termik santralin elektrik enerjisini ulusal şebekeye taşıyacak yüksek gerilim hattının köylerinden geçmesini istemeyen Horozgediği Köyü sakinleri, çalışmaların başlamasına tepki göstermiş ancak karşılarında jandarmayı bulmuş. “Onlara proje bile çizmiştim ama dönemin valisi güzel yapmışın ama olmaz dedi. Ben de bana masal anlatmayın dedim. Onlarca jandarma mensubu ile mücadele ettik ama sonuç değişmedi. Ankara kararı vermişti. Benim bir şeylerin düzeleceğine dair umudum da kalmadı açıkçası." diye özetliyor yaşadıklarını ve şöyle bitiriyor "Bizden bir cacık olmaz, olsa da hıyara yazık olur.” KÖYE GÖZ KOYDULAR’ Sonuç vermeyen mücadelesinin yarattığı umutsuzluktan belki de, Okay köyünün geleceği konusunda da karamsar. Fabrikaların, köylerinin dibine kadar girdiğini ve köye göz koyduklarını söyleyen Okay, “Onlar da burada artık kimsenin yaşamayacağını biliyorlar. Hatta dönüm başına bizden 200 lira isteyerek, topraklarımızı onlara satmamızı istiyorlar. Bugün 200 liraya ne geliyor? Ama onlar da biliyor artık köyümüzün beş para etmediğini. Önceden evimizin bahçesinde incir ağaçlarımız meyve verirdi, şimdi gelin bakın, üzerleri simsiyah. Erikler kömürden simsiyah olmuş” diyor. TREN GİTTİ, BOŞ’ Son pişmanlığın fayda etmediğini söyleyen Okay'ın son sözleri de umuttan çok uzak “Artık ah vah etsek de olay bitti. Zamanında köylü bana destek verseydi böyle olmayacaktı. Şimdi köylü pişman ama pişmanlık fayda etmiyor. Tren gitti, boş” DR. İNCİ KÖSEOĞLU YOĞUN GAZ KANSER VAKALARINDA ARTIŞA YOL AÇIYOR Köylülerin tanıklıklarını bir de bilimsel olarak değerlendirmeye almak için İzmir Tabip Odası Çevre Komisyonu ve Temiz Hava Hakkı Platformu üyesi Dr. İnci Köseoğlu ile konuşuyoruz. Horozgediği Köyü’nün yerleşim olarak İzdemir Termik Santrali’nin hemen dibinde ve aynı zamanda demir-çelik sanayinin merkezinde yer aldığını hatırlatarak başlıyor söze. Köyün ağır sanayi ve termik santral baca gaz emisyonlarından direkt etkilenir bir lokasyonda yer aldığını belirten Köseoğlu, “Yaşamı boyunca bu kadar yoğun gaz ve emisyona maruziyetin sonucu da kanser vakalarında artışa yol açmaktadır” diyor. ÖNLEM ALINMIYOR’ İnsan sağlığına ve çevreye etkisi bu kadar ağır ve net olmasına rağmen hem ölçümlerin hem de önlemlerin yetersizliğine dikkat çeken Köseoğlu, son dönemde çıkartılan yasalara dikkat çekiyor “Ülkemizde, termik santrallerin halk sağlına etkilerini gidermek için önlemler almak yerine, bundan muaf tutan kanun maddeleri çıkartılıyor. Gerçek anlamda denetimlerin yapıldığını düşünmüyorum. Yapılsa idi oradaki işletmelerin hiçbirinin çalışması mümkün olamazdı. Önce ne olduğunu net bilmeliyiz, sonra bu durum için önlem almalıyız.” Köseoğlu'na göre Horozgediği Köyü’nde yaşananlar, yasal düzenlemeler ve önlemler alınmazsa başka yerlerde de gerçekleşebilecek facialara bir örnek “Aliağa ve çevresinin hava kalitesini ölçecek bir cihaz konması için neredeyse 10 yıldır çaba verildi; artık bir yıldır hava ölçümü yapılıyor. Ama ölçüm değerlerinde, halk sağlığı açısından önem taşıyan birçok parametreyi göremiyoruz. Çünkü Aliağa ve çevresi, ağır sanayinin, rafinerilerin, demir çelik sanayi ve gübre fabrikalarının en yoğun olduğu, hava kalitesi açısından çok kötü bir bölge. Horozgediği Köyü, ağır sanayinin oluşturduğu kümülatif etkinin, katlanarak insan sağlığını nasıl etkilediğinin açık bir göstergesidir.” *Haberde görüştüğümüz ilk kişinin ismi değiştirilmiştir.
Sefer GelenAraştırmacı - Saint Petersburg Devlet Üniversitesi - Avrasya ÇalışmalarıTürkiye’nin 1950’lerde başlayan nükleer enerji çalışmaları çeşitli nedenlerle akamete uğramış/uğratılmıştır. 1970’lerin başlarında yer araştırmalarına başlanmış ve yapılan fizibilite sonucunda Akkuyu sahası nükleer santral yapımı için en uygun yer olarak belirlenmiştir. 1976’da bu sahaya yer lisansı verilmiş ve ihaleye çıkılmıştır. Ancak projeyi üstlenen İsveç merkezli ASEA Atom şirketi dış kredi sıkıntısı bahanesiyle projeden çekilmiştir. 1980’lerin ikinci yarısında üç şirket ile daha görüşülmüş, ancak firmalara malî konuda hükümet garantisi verilememiştir. 1998’de bir kez daha ihaleye çıkılmış ancak bu ihale Bakanlar Kurulu kararı ile askıya alınmıştır. 1993’te santral tekrar yatırım programına alınmış, 1997’de de yeni teklifler alınmış ancak proje hayata geçirilememiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2004 yılında projeyi tekrar gündemine almış ve Kasım 2007’de nükleer santral kurulumu ve enerji satışıyla ilgili kanun kabul edilmiştir. 2010’da Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında Akkuyu sahasında bir nükleer santral yapım antlaşması imzalanmıştır. 14 Nisan 2015’te ilk olarak limanın temeli atılmış, Nisan 2018’de birinci, Haziran 2020’de ikinci, Mart 2021’de üçüncü ve Temmuz 2022’de ise dördüncü ünitenin temelleri atılmıştır. Bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından santralin ilk reaktörünün 2023 yılında devreye alınacağı açıklanmıştır. Akkuyu Nükleer Güç Santrali NGS tamamlandığında, Cumhuriyet tarihinin “tek kalemdeki” en büyük yatırımı olacağı ilan NEDEN RUSYA İLE HAYATA GEÇİRİLDİ?Türkiye ile Rusya arasında stabil olmayan ilişkiler göz önüne alındığında böylesi stratejik bir projenin niçin Ruslara verildiği akıllarda soru işareti yaratabilir. Ancak Türkiye ve Rusya arasındaki imzalanan bu proje iki ülke arasında imzalanmış ilk büyük proje değil. Hatırlanacağı üzere genç Türkiye’nin sanayileşmesinde Rusların önemli katkıları olmuştur. Örneğin 1937’de kurulan ve Türk tekstilinin mihenk taşı olarak kabul edilen, yüzün üzerinde Rus mühendisin görev alarak teknoloji transferi yaptığı Nazilli Sümerbank basma fabrikası bunlardan biridir. Yine 1935 yılında Kayseri Sümerbank bez fabrikası Ruslar tarafından kurulmuştur. Bu projede dönemin en önemli mimarlarından olan Ivan Sergeyeviç Nikolayev görev almıştır. Ek olarak 1961’de Arpaçay Barajı ve 1979 Orhaneli termik santrali Ruslar tarafından inşa edilmiştir. 1967 yılında Türkiye Cumuriyeti ile SSCB arasında birçok projenin yer aldığı geniş çaplı bir ikili anlaşma daha imzalandı. İş bu anlaşma çerçevesinde Ruslar İskenderun Demir çelik, Seydişehir Alimünyum, Oymapınar Barajı, Aliağa petrol rafinerisi, Bandırma sülfirik asit fabrikası, Artvin lif levha fabrikası ve Çayırova cam fabrikası gibi Türk sanayisinin omurgası olarak kabul edilebilecek bu önemli projeleri hayata geçirdiler. Ayrıca enerji güvenliği anlamında hem Ruslar hem de Türkiye için önemli bir proje olan Türk Akımı projesi de göz ardı edilmemelidir. Görüldüğü üzere Ruslar Türkiye’de önemli projelere imza atmışlardır. Akkuyu NGS’nin inşasında Ruslarla yola çıkılmasının nedeni yılların getirdiği bir birikim ve güvenin sonucudur. BATILI ÜLKELER PROJEYİ DURDURMAK İSTEDİAkkuyu NGS’nin hayata geçirilmesinin iki ülke ilişkilerine pozitif etkileri olacaktır. İlk olarak, 70 yıldır Türkiye’ye bu teknolojiyi vermemekle kalmayıp aynı zamanda başka ülkeler üzerinden de ulaşmasını engellemek için elinden geleni yapan Batı başkentlerinin aksine Moskova, Ankara ile bu alanda iş birliğine gitmeyi tercih etmiştir. Hatırlanacağı üzere 2017 yılında Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneren bir rapor hazırlayarak Akkuyu NGS projesinden vazgeçilmesini talep etmişti. AP verdiği notayla Türk hükümetine, Akkuyu NGS’nin yapımına dair planlarını durdurması çağrısında bulunmuştu. AP, Akkuyu NGS’nin Türkiye›nin yanı sıra Akdeniz bölgesi için de önemli bir tehdit olduğunu iddia etmişti. Ancak yetkili ağızlardan bu iddianın doğru olmadığı açıklanmış; Akkuyu NGS’nin dokuz büyüklüğünde bir depreme dayanıklı olduğunun altı çizilmişti. Sonuç olarak Batı, Akkuyu NGS aracılığı ile Türk-Rus yakınlaşmasını engellemek istemişti. Ancak bu projenin hayata geçirilmesi hem Türk-Rus ilişkilerini sağlamlaştırmış hem de Batı karşısında Türkiye’nin elini güçlendirmiştir. İKİ ÜLKE ARASINDAKİ GÜVENLİK SİGORTASIAkkuyu NGS’nin hayata geçirilmesi iki ülke arasındaki teknoloji transferi ve stratejik yatırım projeleri konusunda domino etkisi yaratma potansiyeline sahiptir. Çünkü hem yukarıda bahsi geçen önemli projelerin Ruslar tarafından hayata geçirilmiş olması hem de Akkuyu NGS gibi stratejik bir projenin yine Ruslar tarafından inşa ediliyor olması yeni projeler için teminat niteliğindedir. Batının aksine teknoloji transferi konusunda daha paylaşımcı görünen Moskova’nın bu tutumu Ankara tarafından daha güvenilir olarak algılanmaktadır. Yine bu bağlamda, Nükleer Enerji alanında Türk ve Rus eğitim kurumları arasında çeşitli anlaşmalar aracılığıyla birçok Türk öğrenci Rusya’da eğitim almaktadır. Bu alanda oldukça ileri seviyede olan ve önemli ölçüde bilgi ve teknoloji birikimine sahip olan Rusya’da yetişmiş Türk mühendisler nükleer teknoloji alanında bu zincirin ilk halkaları olacaklardır. Akkuyu NGS ve buna eş değer projeler iki ülke arasındaki ilişkilerin “güvenlik sigortası”dır. Doğalgazda Rusya’ya bağımlı olan Türkiye’nin bir de Nükleer Enerji konusunda bağımlı olması akıllarda soru işaretleri yaratabilir. Elbette Rus bağımlılığı hassas bir konudur. Ancak önümüzdeki süreçte Türkiye’nin enerjide alternatif yollara yönelmesi ve kendi öz kaynaklarını kullanabilir olma konumuna gelmesi, Ankara’nın aşama aşama Rusya’ya olan doğalgaz bağımlılığını azaltacaktır. Nükleer enerji alanında ise Türkiye’nin opsiyonları oldukça kısıtlı olduğu için Moskova ile atılan bu adım Türk çıkarları açısından en doğru seçenek gibi gözüküyor. Dolayısıyla bu proje sanıldığı kadar Ankara’yı Moskova’ya bağımlı kılmayacaktır. Aksine her iki ülke çıkarları açısından doğru bir adımdır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi İBB ve Aliağa Ticaret Odası ALTO organizasyonunda Aliağa’daki demir çelik fabrikaları yöneticileriyle işletmelerde kullanılan su kullanımının kaynağını çeşitlendirmek üzere toplantı devamlılığında “olmazsa olmaz” öneme sahip bulunan su, sanayi üretiminin de en önemli girdi kalemlerinden birini oluşturuyor. Endüstriyel üretimde büyük öneme sahip bulunan suyun temini ve kullanımı ise başlı başına ele alınması gereken bir konu olarak dikkat noktadan hareketle sanayi üretiminin can damarlarından olan suyun temini noktasında yapılabilecek çeşitli çalışmalar, Aliağa’da gerçekleştirilen bir toplantıyla istişare edildi. ALTO’da gerçekleştirilen toplantı, İBB, ALTO ve sanayici temsilcilerini bir araya getirdi. Toplantıya İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı Jeoloji Mühendisi Alim Murathan, Aliağa Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Ertürk, Meclis Başkanı Adnan Saka ve bölgedeki fabrikaların yöneticileri katılım Büyükşehir Belediyesi, Aliağa Ticaret Odası ve bölge fabrikaları bu konuda bir adım atarak, gerek yer altı su kaynaklarının korunarak, gelecek nesillere aktarılmasını ön gören, gerekte sanayicinin ihtiyaç duyduğu kaliteye sahip suyun işletmelerde kullanımını ön gören bir anlayışla sanayicinin su ihtiyacının, kaynakların çeşitlendirilerek kullanımı arıtılmış suyun geri kazanımıyla kullanılması noktasında fikir birliğine yer altı su kaynaklarının önemine işaret edilerek, sanayicilerden gelen su temini ile ilgili görüş ve önerilerin önemli olduğu, konunun ortak bir konsensüs çerçevesinde oluşturulacak çalışmalarla çözüme kavuşturulabileceği çelik fabrikaları yöneticileri de konuşmalarında, sanayicinin su tedarikiyle ilgili bulundukları çalışmalara ilişkin bilgilendirmede kaynaklarını koruyan bir anlayışla üretim faaliyetlerini sürdürmenin kararlılığında bulunduklarına işaret eden yetkililer, kamu, stk ve iş dünyası temsilcilerinden oluşturulacak bir heyetin bilgi ve denetimindeki çalışmalarla soruna köklü çözüm getirilebileceğine işaret sonrasında yapılacak karşılıklı bilgi paylaşımı ve çalışmalarla sanayi üretiminde gerekli olan su temininin sağlanmasında, uygulanacak yöntemler üzerinde araştırmalarda bulunulacak ve endüstriyel su temini bu çerçevede oluşturulacak.
Aliağa'da bulunan İzmir Demir Çelik Fabrikası'nın hurda deposunda yangın çıktı. Yangın Foça'nın köylerini etkiledi. Foça Çevre ve Kültür Platformu Sözcüsü Bahadır Doğutürk, “Her hafta bir tehlike yaşıyoruz. Bölge için ciddi önlemler alınması şart” dedi. Abone Ol Berkay SAĞOL Aliağa'da bulunan İzmir Demir Çelik İDÇ limanının hurda deposunda yangın çıktı. Hurda deposunun yanında aynı zamanda kömür deposu da bulunuyor. Şu an için bölgedeki diğer patlayıcı maddeler açısından bir tehlike görünmüyor. Foça'nın Cumhuriyet Mahallesi, Kozbeyli, Yeniköy, Bağarası, Gerenköy üzerinden İzmir'e doğru ilerledi, yoğun duman ve kesif koku bölge halkını etkiledi. Foça Çevre ve Kültür Platformu Sözcüsü Bahadır Doğutürk, "Yıllardır söylüyoruz bölge depolama haddini çoktan doldurdu, toplu ölümlerin olması mı bekleniyor. Bu iş gerçekten ciddi boyutlara ulaştı, geçen hafta cüruf alanı yakınında çıkan yangın Kozbeyli ve Yeniköy yerleşim alanlarının 400 metre yakınına kadar geldi zeytinlik ve çamlar yandı. Bu hafta ise depo yandı. Her hafta bir tehlike yaşıyoruz. Bölge için ciddi önlemler alınması şart" dedi. Geçtiğimiz haftada Aliağa’daki endüstriyel tesislerin cüruflarının depolandığı Foça Gölyüzü mevkiindeki atık depolama alanında yangın çıkarken, çok sayıda zeytinlik ve çam ağacı yanmıştı. Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun
aliağa daki demir çelik fabrikaları